13 Mart 2012 Salı

SOFYA - 3 Mart 2012

Free city tour
Bulgaristan'ın bağımsızlık günü kutlamaları
Çok uluslu öğle yemeği ve keyifli saatler
Sofya genel değerlendirme...

Saat 9.30 da kalkıyoruz. Kahvaltı, hostelin 1 alt katında bulunan Irish Pub'da. Klasik hostel kahvaltısına kıyasla zayıf bir kahvaltı. Bu hosteli (İnternet Hostel) de kesinlikle tavsiye etmem. Bir tek tuvalet, banyosu var. O da zaten birleşik. Birisi banyoya girdiği zaman onun çıkmasını bekliyorsunuz tuvalete girmek için. Saat 10.30 da ayrılıyoruz. Ayrılmadan önce de bir sonraki akşam için 3 yıldızlı bir otele rezervasyon yapıyoruz.
Hostelden ayrılmadan önce saat 11 de başlayan ücretsiz şehir turu olduğunu öğreniyoruz. Hemen geceyi geçirdiğimiz hostele 200 metre uzakta buluşma noktası (2 aslan heykelinin bulunduğu Court House'un önü).
Daha önce aynı konseptteki tura Prag'da katılmıştım. Oradaki tur rehberimiz Bryan'ı hatırlıyorum. Sofya'daki tur rehberimizin adı Boyko. Doğma büyüme Sofya'lı. Üctersiz şehir turları doğası gereği ücretsiz oluyor. Tur bitiminde isteğe bağlı bahşiş veriyorsunuz. Grubumuz yaklaşık 25 kişi. 10 dan fazla ülkeden turist var. Biraz sonra şehri gezmeye başlıyoruz.
Rehberimiz Boyko'nun ardında şehir turuna başlıyoruz
Arada merak ettiğimiz her türlü soruyu soruyoruz. Sofya bilindiği gibi Bulgaristan'ın başkenti. Burada tamamıyla Sovyet mimarisinin hakimiyeti söz konusu. Büyük, devasa fakat soğuk binalar. Klasik Sovyet ulaşım tarzı olarak burada da raylı sisteme önem verilmiş, tabi yer üstünden. Ayrıca Türkiye'de artık rastlamadığımız troleybüslerü de burda çokca görüyoruz. Troleybüs ve tramvaylara elektrik veren hatlar şehrin her tarafında.
Sofya'da ulaşım
Güzel sayılabilecek bir günde keyifli bir grupla bilmediğiniz bir şehri öğrenmek oldukça zevkli. Sofya'yı aman aman beğenmesem de ilk defa kendi gözlerimle etrafa bakmaktan oldukça mutluyum.

Sofya'da Osmanlı döneminden kalma fazla eser yok. Şehir merkezinde tarihi nitelikte bir tane cami var. Gördüğümüz eserlerin çoğu Sovyetlerden kalma. Demirperde döneminin olmazsa olmazlarından merkezi bir yerde bulunan Lenin heykelinin yeri ise devir değişince yerini bir başka heykele bırakmış.


....devamı gelecek

4 Mart 2012 Pazar

İSTANBUL-SOFYA, 2- 3 Mart 2012

Ani verilen bir karar. Ve 5 saat sonra İstanbul-Sofya yolundayız.

Hafta sonu için bir önceki gün herhangi bir ülkeye ucuz bilet bulamayınca bu hafta sonu İstanbul'dayız galiba diye düşünürken, cuma günü saat 2 de verilen karar ve akşam 7 de yola çıkmış bulunuyoruz. Bir hafta önce arabayla Yunanistan'a gittiğimiz için arabanın yurt dışına çıkışında bir ödeme yapmamıza da gerek yok artık. Tabi iş çıkış saati ve cuma günü birleşince İstanbul'dan çıkabilmemiz oldukça güçleşiyor.

Bulgarista'a giderken kullanılan kuzey otobanı oldukça güzel, Edirne'ye varmamız fazla sürmüyor. Kapıkule de İpsala'ya göre inanılmaz güzel diyebilirim. İpsala hakketen oldukça basit ve eski görünmüştü bir önceki hafta. Tabi bunda İpsala'nın sadece Yunanistan için kullanılması, Kapıkule'nin ise adeta Avrupa'ya açılan güzergahtaki ana kapı olmasının rolü büyük.

Türk tarafındaki işleri hallettiketen sonra Bulgar tarafına geçiyoruz. Bulgaristan'ın sınır polisleri meşhur. Türkleri velinimet saydıklarını ve yolmadan sınırdan geçirmediklerini çokca duymuştuk. 20-30 Euro yu gözden çıkartarak gelmiştik zaten. Bulgar sınır polisi pasaportları kontrol ettikten sonra nerde kalacağımızı filan soruyor (bir çok ülkeye gittim böyle bir soruyla hiç birinde karşılaşmadım). Rezervasyonumuz olduğunu söylüyorum. Görmek istiyor. Bu sefer aceleyle çıktığımızdan çıktı alamamıştım, onun yerine rezervasyon ekranını Ctrl PrtSc yapmıştım. Bir dakika diyorum ve netbook u açıyorum, burdaki dosyayı gösteriyorum. Rezervasyonu yapalı da zaten 5 saat falan olmuştu. Ekrandaki rezervasyon bilgilerine bakıyor fakat burda isim yazmıyor diyor. En az 1 kişinin ismi yazmalıymış filan. Etme eyleme diyorum, bu hostel rezervasyonu, sadece kişi sayısı yazar. İşte hostelin adresi. Bi türlü kabul etmiyor, illa da birinizin ismi yazmalı derken tam da gmail ekranının sağ üst köşesindeki ad soyadımdan oluşan kullanıcı adını görünce tamam işte diyorum, bak burda ismim yazıyor. Biraz mırın kırından sonra pasaportlarımızı veriyor. Geçin tamam diyor. Burayı sorunsuz hallettikten sonra bagaj kontrolü var. Kontrolü yapan adam sigara istiyor. Kullanmıyoruz, yok diyoruz. Bu şekilde sınırı zayiatsız geçiyoruz. Bir süre önce sınırı geçen 2 arkadaştan 30 Euro aldıklarını bildiğim için iyi atlattık diyoruz.

Ve Bulgaristan'da ilerliyoruz, vakit gece yarısı. Yollar gerçekten çok kötü. Sofya'ya giderken yolların büyük bölümü tek gidiş tek geliş. Yoldaki tır yoğunluğu da bir hayli fazla. Sınırdan geçtikten 4 saat sonra yorucu bir yolculuğun ardından Sofya'ya varıyoruz. Gece (ya da sabah) saat 4. Uykulu gözlerle etrafa bakıyorum. Işıklandırılmış eski ve görkemli binalar, tam Sovyet tarzı bir mimari. Kalacağımız Hosteli bulmalıyız. Fakat bu saatte yer bulmak baya güç. Ne navigasyon cihazımız ne de haritamız var. Taksilerin olduğu bir yerde durup taksiciye adresi gösteriyorum. Adresi GPS e giriyor. Tek kelime İngilizce yok, işaret diliyle bana anlatmaya çalışıyor. Fakat nafile, bu şekilde bulmam imkansız gibi olacak. Arabayla beni takip edin diyor işaret diliyle. Takip ediyoruz. 3 dakika içinde bizi aradığımız adrese getiriyor. Para filan istemiyor fakat 5 Euro veriyoruz (meğer baya iyi paraymış onlar için). Sokak da doğru ama tam bina numarasını bulamıyoruz. Hemen orda bulunan açık süper markete girip adresi gösteriyorum. Kendisi bizzat bizimle gelip binayı ve zilini gösteriyor. Yardımseverliğinden dolayı teşekkür ediyoruz. Zili çalınca biraz sonra karşıdan uykulu bir ses karşılık veriyor. Rezervasyonumuz olduğunu söylüyorum. Kapıyı açıyor ve 4. kata çıkıyoruz. Çok eski bir bina. Kapıyı açan bayan yaşlı biri ve ingilizcesi zayıf. Başka birisini çağırıyor. Bu bayana rezervasyonumuz olduğunu söyleyince, boş odaları olmadığını söylüyor. Bir anda ne olduğunu da anlamıyorum, ne diyor bu şimdi kıvamındayım yani. Tekrardan bilgisayarı açıp rezervasyonumuz olduğunu hatta %10 unu ödediğimizi gösteriyorum. Rezervasyonu akşam saat 5 te yapmıştım. Hanımefendi en son 3 te hesap bilgilerini ve gelen mailleri kontrol ettiği için bizim rezervasyonu görmediğini söylüyor. Bu arada adı Orient Expres Hostel. Hostelworld ratingi %86 ama hiç güzel bir yer değil, kesinlikle tavsiye etmem. Bu arada saat sabah 4.30. Yakındaski bir hosteli arıyor (İnternet Hostel). Biraz sonra oradan bir bayan geliyor ve bizi diğer hostele götürüyor. Hemen 100 metre uzakta bir yer. İdare eder. Temiz yataklar, küçük bir hostel odası ve odada sadece biz varız. Yalnız hemen önünden geçen tramvay binayı sallıyor. Sabah saat 5 te yatıyoruz.  

KAVALA 2, İSKEÇE KARNAVALI - 25 Şubat 2012

Yakında...

Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın evi
Kavala kalesi ve buradan müthiş şehir manzarası
Drama şehri
Yunanistan kırsalında tali yollardan yolculuk
Stavropoli köyü
Meşhur İskeçe karnavalı

27 Şubat 2012 Pazartesi

KAVALA - 24 Şubat 2012

Haftasonu destinasyonu olarak Batı Trakya'yı belirledik. Adını hep duyduğumuz, coğrafi olarak da bize yakın olan ve 500 yıldan fazla bize ait kalmış toprakları görmek yeterli bir motivasyondu. Her ne kadar aylardan Şubat olsa da hafta sonu için hava sıcaklıkları oldukça olumluydu: 15-16 derece.

Daha önce Selanik'e otobüsle gitmiştim. Bu sefer Yunanistan'a arabayla gidiyoruz.

Cuma akşamı saat 5 de İstanbul'dan çıktık. Öncelikli hedef Edirne (Normal şartlarda Yunanistan'a giderken izlenen rota daha güneydendir ve Edirne merkeze uğramazsınız). Yaklaşık 2,5 saatte Edirne'ye geliyoruz. Plan Edirne'de geceyi geçirmek, burdaki bir dostumuzu görmek ve ertesi sabah Yunanistan'a geçmek. Edirne'nin en meşhur damak tadlarından Edirne ciğeri yiyorum burada. Tavsiye ederim, Edirne'ye giderseniz mutlaka deneyin. Ardından Edirne'nin incisi Selimiye'ye gidiyoruz. Akşamı Meriç kenarında sıcak bir şeyler içirek tamamlıyoruz.

Ertesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra yola koyuluyoruz. Edirne merkez İpsala arası yaklaşık 130 km. Edirne merkez'den de Yunanistan'a sınır kapısı var. Fakat her halükarda ister Türkiye ister Yunanistan'dan olsun, güneye inmeniz gerekecek. Biz İpsala'dan gitmeyi tercih ediyoruz.

İpsala sınır kapısından Yunanistan'a geçmeden önce arabanın yurtdışı çıkış işlemlerinin yapılması gerekiyor. Türk plakasıyla Yunanistan'a geçiyorsanız istenen bazı belgeler var. Sınırda para vererek bunları hemen hallediyorsunuz. Fakat biraz pahalıya patlıyor: 475 TL.

Ve Yunanistan'a geçtik artık. Bir süre sonra otobana giriyoruz. Hedef Kavala. Güneşli bir hava var. Zeytin ağaçlarını, makilikleri ve ara ara kendini gösteren Ege'yi izleyek Kavala'ya geliyoruz. Hemen Kavala'nın girişinde şehre hakim bir tepe var. Burada durup şehri seyrediyoruz.


Yunanistan idari olarak farklı bölgelere bölünmüş bir ülke. Kavala da Makendonya bölgesinde bulunuyor ve Selanik'in ardından bu bölgenin en büyük 2. şehri konumunda...

Şehir merkezinde 5 dk lık bir aramanın sonucunda otelimizi buluyoruz: Hotel Lucy. Deniz kenarında, manzarası oldukça güzel 5 yıldızlı bir otel.

Otelde biraz dinlenip duşumuzu alarak soluğu dışarda alıyoruz. Şimdi şehri keşfetme zamanı. Şubatın sonu olmasına rağmen hava sıcaklığı 16 derece. Keyifle dolaşmaya başlıyoruz deniz kenarında. Biraz sonra şehrin tepesine kurulmuş kale gözümüze çarpıyor.


Karnımız da acıkmaya başlamıştı ve Kavala'ya gelmişken balık yememek olmazdı. Hemen kalenin alt tarafına düşen sahil kenarındaki Panos Zafira'ya oturuyoruz. Öncelikle közlenmiş peynir domatesli acılı alıyoruz. Tadı damağımızda kalıyor.


Ardından balığımız geliyor. Tek kelimeyle müthiş. Buraya gelirseniz mevsime uygun balık yemeden dönmeyin. Fiyatlar da oldukça makul. 

Yemeğimizi yedikten sonra dolaşmaya devam ediyoruz. Hemen sahilin yukarısında kentin önemli eserlerinden biri yanındaki turunç ağaçlarıyla birlikte bizi selamlıyor.


Devam edecek...

19 Şubat 2012 Pazar

Selanik, City Break 2 - 24 Temmuz 2011

Ertesi gün kahvaltımızı yapıp duşumuzu aldıktan sonra çıkıyoruz. Bugünkü hedef Ege sahilleri. Gideceğimiz sahil yaklaşık 1-1,5 saat uzakta. Otobüs durağına gidiyoruz. Hemen durağın yanındaki büfeden biletlerimizi 0,6 Euro ya aldıktan sonra otobüsümüzü bekliyoruz. 15-20 dk lık bir yolculuğun ardından asıl otobüse bineceğimiz aktarma istasyonu tarzında bir yere geliyoruz. Buradan da biletleri aldıktan sonra   Kallikratia otobüsüne biniyoruz. Arka koltuğumuzda da orta yaş üzeri bir Türk çift var. Ve otobüs hareket ediyor. Selanik'ten uzaklaşıyoruz. Yaklaşık 45 dk sürüyor varmamız. Burası deniz kenarında turistik bir kasaba. Yunanistan'ın meşhur Halkidiki yarımadasında bulunan şirin bir yer. Bu yarımadada birden fazla turistik kasaba ve mükemmel sahiller var. Selanik civarındakilerin sıklıkla rağbet ettikleri bir bölge. Bir deniz kasabasının olmazsa olmazı olan dinginliği tüm ruhunuzla hissediyorsunuz. 

Burada deniz ve güneşin tadını çıkarıyoruz. 2-3 saat sonra buradan ayrılıyoruz. Biraz etrafta dolaştıktan sonra akşam arabasına son anda ancak yetişebiliyoruz. Otobüste fazla turist olmayınca hemen dikkat çekiyoruz. Ama inanın Yunanistan'da kendimi hiç de yabancı bir ülkedeymişim gibi hissetmiyorum. Doğrusu biraz hızlı geçtim ama bugün baya yorulduk; deniz yorgunluğu tabi. Hava karardıktan sonra Selanik'e varıyoruz. Aristo meydanına yakın bir yerde bir pizzacıya girip akşam yemeğimizi yiyoruz. Sahilde son bir kere daha dolaşmak lazım tabi. Bilirsiniz ya sıcak Ege akşamlarında püfür püfür denizden esen rüzgarı teninizde hissetmeyi ve bu tarif edilmez hazzı denizin laciverdimsi rengine ve ufuklara bakarak yaşamayı. Bu ruh halinin doruklarındayım sanki. O an sahildeki yarım saatlik yürüyüşüm o kadar keyifli ki. Fakat artık acele etmek gerekiyor. Dönüş yolculuğuna fazla zaman kalmadı. Otele dönüp çantalarımızı alıp çıkıyoruz ve Selanik'e ilk ayak bastığımız yere doğru gidiyoruz. Burada çift katlı dönüş otobüsümüz bizi bekliyor.  Doğrusu hafta sonu için çok keyifli bir seyahat oldu. Cuma günü iş çıkışı gidip pazartesiye kadar kısa fakat keyifli bir tatil için güzel bir destinasyon Selanik. Gitmeyenlere kesinlikle tavsiye ederim.


25 Temmuz 2011 Pazartesi

Selanik, City Break - 23 Temmuz 2011

22 Temmuz 2011 akşam saat 10'da İstanbul-Otogar'dan otobüse bindik. Hafta sonunu komşumuz Yunanistan'da geçirmek, hiç gitmediğimiz komşumuzun nasıl bir yer olduğunu bizzat yerinde görmek, Ege'nin karşısındaki hakkında çok şey bilip az şey yaşadığımız topraklarda dolu dolu 2 gün yaşamaktı yolculuğa başlarkenki düşüncelerimiz. Sadece hafta sonu, yani 2 günlük vaktimiz olduğundan, sadece Selanik'i gezme niyetiyle gidiyoruz. Ani karar verilen bir seyahat fikri olduğundan ve daha öncesinde makul fiyatlara uçak bileti almadığımızdan dolayı otobüsle gidiyoruz. Biletleri Metro Turizm'den aldık. Gidiş-geliş İstanbul-Selanik 160 TL. Otobüsümüz çift katlı ve üst katta 5-6 nolu koltuklarda oturuyoruz. Eğer sizde otobüsle gitmek isterseniz ve otobüsünüz 2 katlı ise, alabilirseniz 1-2 veya 3-4 nolu biletleri alın. Otobüsün üst katından önünüzde herhangi bir engel olmaksızın yol boyu etrafı keyiflice izleyebilirsiniz böylece.

Heyecanlı bir şekilde yolculuk başlıyor. Fakat İstanbul trafiği yakamızı bırakmıyor. Cuma akşamı ve tüm tırlar trafikte... Yaklaşık 3 saat sonra Tekirdağ'da mola veriyoruz. Burada Tekirdağ'ın meşhur köftesinden yiyerek açlığımı gideriyorum; yemeyenler muhakkak yesinler. Ve yola devam. Saat 10 da yola çıktık fakat Yunan sınırına ancak üç buçuk-dört gibi gelebildik. Biraz ağır aksak ve bir çok yere uğrayarak geliyor çünkü otobüs. Hani özel arabayla gelmediğimize de hayıflanmıyor değiliz.

Ve Yunanistan sınırına geldik. Sınırda otobüsten inerek işlemlerinizi gerçekleştiriyorsunuz. Sınırın en önemli özelliklerinden birisi, burada çok fazla sayıda ve sizi aşırı derecede rahatsız eden sinek olması. Meriç nehri ve etrafta bulunan sazlıklar dolayısıyla durum maalesef böyle.

Sınırı da geçtik ve artık Yunanistan'dayız. Selanik'e gelene kadar Alexandropoli, Gümülcine (Xanthi) ve Kavala'ya uğruyoruz. Bu arada güneş de doğdu ve artık Yunanistan'ı uykusunu tam alamamış mahmur gözlerle seyrediyoruz. Şu otobüs yolculuğunun uzun olanı da bi yerden sonra o kadar sıkıcı oluyor ki. Ama az kaldı Selanik'e varmamıza.

Saat 9 gibi Selanik il sınırlarına girmiş bulunuyoruz. Selanik Atina'dan sonra Yunanistan'ın 2. büyük şehri. Otobüsten indiğimizde saat 9 buçuk. 1 buçuk saatlik gecikme yaşadık İstanbul trafiğinden dolayı. Ama artık geride kaldı bunlar. Şimdi hedef sahil; sahilde güzelce bir hahvaltı yapıp enerji depolamak ve şehri turlamaya başlamak. Etrafımızı, binaları ve cumartesi sabahı olduğu için tek tük görünen insanları inceleyerek deniz kenarına varıyoruz. Sahil mükemmel. Denize paralel olarak uzanan bir sürü kafe var. Şimdi kahvaltı için güzel bir yer bulma zamanı. Fakat istediğimiz tarzda Türk işi kahvaltı yapabileceğimiz bir yer bulamıyoruz. Bir kafeye oturuyoruz ve siparişimizi verdikten sonra şehrin dinginliğine biz de eşlik edercesine dinlenme haline geçiyoruz. Birazdan bir şeyler de yedikten sonra iyice kendimize geliyoruz. Bu arada saat de 10 buçuk filan oldu. Şimdi biraz dolaştıktan sonra check-in yapıp çantaları otele bırakma vakti. Egnatia Caddesi'nde bulunan otele doğru ilerliyoruz. Bu arada Egnatia kelimesini Yunanistan'da bir çok yerde gördük fakat anlamını öğrenemedik. İşte Wikipedia'da yazanlar ve Via Egnatia görseli:
  
Egnatia Yolu ya da Via Egnatia MÖ 2. yüzyılda Roma Cumhuriyeti tarafından inşaa edilen yoldur. Roma Cumhuriyeti'nin Illyricum, Makedonya ve Trakya bölgelerinden geçer. Yolun geçtiği bölgeler günümüz dünyasında Arnavutluk, Makedonya Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye topraklarındadır.
Dıraç'tan (Arnavutluk) başlayarak Selanik'e kadar uzanır. Yol Trakya Bölgesi'nden geçerek Byzantion'a ulaşır. Yaklaşık 1120 km uzunluğundadır. Diğer önemli Roma yolları gibi 6 metre genişliğindedir.




Ve Egnatia Caddesi'ndeki otelimizi buluyoruz: Hotel Ilisia. Check-in yaptıktan sonra hemen yatış ve dinlenme moduna girip yorgunluğu üzerimizden atmak lazım, öyle de yapıyoruz. Saat 3 gibi uyanıp duşumuzu aldıktan sonra dışarı çıkıyoruz. Bugün hava sıcaklığı oldukça iyi, 30 derece civarında. Öncelikle rotayı yine sahil tarafı olarak belirleyip o tarafa doğru gidiyoruz. Öğlen saatleri olduğundan dışarıda pek kimse yok. Kafelerin çoğu da bu saatte boş sayılır. Normalde geziler öncesinde gideceğim şehirle ilgili gezi kitapları ve harita alır (dost yayınevinin cep boy kitapları tercihimdir), şehre gitmeden önce zihnimde şehirle ilgili ön hazırlıkları yapar ve öyle gezerim. Bu şekilde kısıtlı zamanı en verimli şekilde kullanırım. Fakat bu sefer spontane dolaşıyorum, sırf farklı yerleri görmek ve havasını solumak için caddelerde başıboşcasına turluyorum. Gerçi şehir haritası almak için bir kaç yere baktım fakat istediğim tarzda bir harita bulamadım. Elimdeki tek harita gelmeden önce google görsellerde aratıp A4 kağıda bastığım küçük bir kağıt parçasından ibaretti. Daha sonra ise şehirde dolaşırken turistlere yönelik bir bilgi kulübesinden daha düzgün bir harita aldık. Zaten Selanik şehrinde dolaşırken çok da haritaya filan ihtiyaç duymuyorsunuz. Ayrıca görülmeye değer eserler de çok fazla değil (eğer sanat tarihçisi veya arkeolog filan değilseniz) ve şehir genel itibariyle derli toplu.

Bugün uzun uzun sahil kenarında dolaşıyoruz. İzmir'e benzerliği hep söylenegelen bir şehir olması açısından da farklı bir yeri vardır Selanik'in. Ve bence bu yargı doğrudur. İzmir'e oldukça benziyor; iklimi, coğrafyası, insanları... Bu arada insanları demişken, Yunanlılarla aramızda görsel olarak nerdeyse hiç fark olmadığını düşünüyorum. Selanik sokaklarında gördüğünüz herhangi bir Yunanlı'ya tıpa tıp benzeyen yurdumun insanına kolaylıkla rastlanabilir Türkiye'de. Karakter olarak da sıcakkanlı insanlar. Eskiden beri düşman belletilen insanları yakından tanımak, onlarla birebir sıcak temasta bulunmak oldukça önemli bence. Aradaki düşmanlıkların ne kadar suni olduğunu daha iyi anlıyorum. Paylaşılamayan şeyler toplumların huzurunu bozup aralarına düşmanlık tohumları ekecek şeyler mi sanki? Neyse bu kadar sosyolojik tesbit yeter. Kordon boyu oldukça uzun İzmir'e göre. Baştan başa turluyoruz burada. Daha sonra bir parkta oturup denizden gelen dalgaların sesi eşliğinde uzanıyorum çimenlere.    

(Not: Buradan sonrasını aylar sonra eklediğim için aklımda kalalnların kısa bir özeti şeklindedir ) 

Gün boyunca kafamıza göre şehirde dolaşıyoruz. Zaten gezmesi kolay bir şehir Selanik. Selanik'te merkeze uzak olmayan bir yerde bulunan Atatürk'ün doğduğu eve gidiyoruz. İçinde bahçesi de olan müstakil 2-3 katlı bir ev. Diğer ziyaretçilerle birlikte evi geziyoruz. Doğrusu hava da baya sıcak. Ama dolaşmaya devam ediyoruz. Akşama doğru hava sıcaklığı da daha makul seviyelerde. Denizden hafif hafif esen Ege rüzgarının teninizi okşayıp size kadar taşıdığı deniz kokusu eşliğinde dolaşmak da ayrı bir zevk. Akşam da dışardayız ve geç saatte dönüp yatıyoruz.

24 Şubat 2011 Perşembe

Budapeşte-3, Pal Sokağı Çocukları ve Dönüş

Sabah 6 da kalkıyoruz. Toparlanma filan derken saat 7 ye doğru çıkıyoruz hostelden. Otobüs terminali zaten 10 dk mesafede. Terminale vardıktan 5 dk sonra otobüsün perona yanaştığını görüyorum. Daha önce bahsettiğim gibi, bu sefer Orange Ways firmasıyla gidiyoruz. Otobüsleri Eurolines'a göre daha konforlu. Bagaj için bilete ek olarak çanta başına 1 Euro veriyoruz. Yolculuk tahminen 6 saat sürecek, yani öğlen 1.30 gibi tekrar Budapeşte'ye gelmiş olacağız.

Otobüste yanımda Katrina adında bi kız oturuyo. Budapeşte'de ekonomi okuyormuş fakat Prag'da yaşıyor. Artık tüm derslerini bitirmiş, yarın bitirme tezinden sınavı varmış. Bitirme tezini inceliyorum (hani çok da anlarmış gibi) ; Ukrayna'nın dış ticaretiyle ilgili bir tez. Otobüste ilginç bir özellik de bira içmenin serbest olması. Otobüs Bratislava üzerinden Budapeşte'ye gidiyor. Böylece geçerken de olsa Slovakya'yı görmüş oluyorum. Bratislava'da 30 dk mola verdikten sonra yola devam ediyoruz.

Saat 1.30 da Budapeşte'ye geldik. Tekrardan bildiğim bir şehirde hissediyorum kendimi. Hemen metroya binip Ferenciek Tere'de iniyoruz. Burası Budapeşte'de kaldığımız hostelimizin bulunduğu yer. Dün gece hostele mail atıp, bugün için Budapeşte'de olacağımızı ve gündüz çantalarımızı bırakacak bir yere ihtiyacımız olduğunu söylemiştim.  Onlar da beklediğim şekilde hostele bırakabileceğimizi söylemişti. Ve tekrardan sıcak ekibinden dolayı çok sevdiğim Colors hostele geliyoruz. Girişte yine Riiga var, ilk gün olduğu gibi. Önce bizi gördüğüne şaşırıyor. Durumu anlatıyoruz. Çantaları bırakıp biraz dinleniyoruz; ve tabi ısınıyoruz. Çünkü bügün hava gerçekten çok soğuk. Eğer geçen haftadan beri hava böyle soğuk olsaydı gezimiz tam bir felaket olurdu. Allahtan son gün soğudu hava; baya şanslıyız.

Tekrar dışarı çıkıp önce hediyelik eşya satan hemen hostele yakın bir yere gidiyoruz. İlk gelişimizde buralara keşif gezisi yapmıştık, şimdi ise alışveriş için gidiyoruz. Secret box almak istiyoruz. Budapeşte'ye has ve burayı hatırlatacak çok güzel bir anı olacak. Fakat açma kapama kısmında secret box larda baya bi sorun yaşıyoruz. 10 kere açıp kapatsan iyice yalama olup bi daha kullanılmaz gibi geliyor bana, almaktan vazgeçiyorum. Fakat ilerde bir gün sağlam malzemeden yapılmış kaliteli bir kutu görürsem mutlaka alıcam. Dükkandan çıktıktan ve bir şeyler de yedikten sonra artık daha önceden belirlediğim hedefe gitmeye hazırız.

İlkokuldayken, muhtemelen 4. veya 5. sınıfta okumuştum Pal Sokağı Çocukları kitabını. Yaklaşık 100 yıl önce yazılmış bir kitap, yazarı da Ferenc Molnar. Aklımda fazla bir şeyler kalmamıştı tabi; kendi aralarında mücadele eden çocuklar ve kitabın kahramanı Nemecsek dışında....


to be continued